Kazanmanın Keyfini Çıkar! Hemen Tıkla, Şansa Kapı Aç!

Cumhursuz cumhuriyetten demokratik cumhuriyete!

Evvela tarihsel bir kaç tespit…

Kuvayı Milliyenin amacı, Cumhuriyet kurmak değildi.

Milli Mücadelenin tek amacı vardı: Şeriatı, hilafeti ve saltanatı muhafaza temelinde yabancı işgale son vermek.

Kuvayı Milliyenin taşıyıcı cemiyeti Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şeriatçı, hilafetçi ve saltanatçı idi.

Gazi Mustafa Kemal milli mücadele sürecinde hep bu amaca vurgu yaptı.

İlk meclisin açılışında da bu kurucu ruh esastı.

Hacı Bayram’daki açılış merasimi bütünüyle bu ruhu yansıtıyordu.

Meclisteki temsil bu kurucu ruhun ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Başında sarığı olan da vardı, mahalli giysilerini üstünde taşıyanlar da.

Gazi Mustafa Kemal’in meclisin açılışında irad ettiği nutuk bu kurucu ruhun cisimleşmiş haliydi.

“Ey efendiler” diye başlıyordu nutkuna Gazi. “Bu meclis sadece Türklerin meclisi değildir, Kürtlerin de meclisidir; bilumum anâsır-ı İslamın mecmuundan (toplamından) oluşan bir Meclis’tir.”

Meclisin adı da sadece Büyük Millet Meclisi (BMM) idi.

Bu kurucu ruhun 1921’de ilan edilen Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda (Anayasasında) Türkiye Devletinin İslamcı olduğu alenen ilan ediliyordu. Meclisin görevleri arasında “Ahkâmı şer’iyenin tenfizi” yani “şeriat hükümlerinin uygulanması” zikrediliyordu. (Bkz. Madde-7)

Bu kurucu anayasada ne Ankara’nın başkent ne de Türkçe’nin resmi dil olduğu belirtilir.

Yani ilk meclisin ruhu da anayasası da İslamcıydı/şeriatçıydı.

Bunlar tarihi tespitler sadece. Genç nesillerin gözünden kaçırılan hakikatler. Şahsıma ait hüküm cümleleri değil. Umarım o birileri sadece ve yalnızca bu tarihi hakikat bilinsin amacıyla yaptığımız bu aktarımdan rahatsızlık duyup o bildik pespaye suçlamaları üzerimize boca etmezler.

***

Sonra ne mi oldu?

Lozan Sözleşmesi’nden birkaç ay sonra ilan edilen Cumhuriyetle yeni bir düzen kuruldu.

Şeklen devletin dininin İslam olduğu 1924 Anayasası’nda belirtildi ama yapılıp edilen her şey o kurucu ruhun inkarı mahiyetindeydi. Nitekim 1937’de devletin dininin İslam olduğu ibaresi de kaldırıldı. Laikçiliğin benimsendiğinin resmen açıklanmasından sonra tamamen farklı bir düzen te’sis edildi.

CHP’nin kudretli şeflerinden ve ideologlarından Recep Peker’in laisisizm tanımında belirttiği üzere, İslamiyet, sadece devlet hayatından değil memleket ve toplum hayatından da sökülüp atılmak istendi.

Yendiğimiz düşmana sadece zihnen değil şeklen de benzemeyi ilke edinen yeni bir düzendi bu.

Tıpkı Batılı gibi olmamız isteniyordu.

Kurtuluş oradaydı.

Din geriliğin ve gericiliğin nedeniydi.

Fransız Cumhuriyetçiliği, Fransız ulusçuluğu ve Fransız laikçiliği esas alındı.

Hatta laikçilikte Fransa bile gerimizde kaldı.

Cumhuriyetimizde sandık şeklen vardı.

Cumhur değiştirilmesi gereken bir sürüydü.

Cumhur kendisini nasıl yöneteceğini bilmeyen bir gerici güruhtan ibaretti.

İktidar sandık yoluyla onlara bırakılamazdı.

Onlar için neyin lazım olup olmadığına iktidardaki azınlık ancak karar verirdi.

Halk sandık başına tek partinin belirlediği adaylara oy vermek için gidebilirdi. Açık oy gizli sayım yöntemiyle.

Cumhuriyetin verili halkı makbul değildi.

O yüzden makbul bir halk yaratılmak istendi. “Halk için halka rağmen” şiarıyla.

Her şey halk içindi.

Farklılıklar inkar edildi.

Fransız ulusçuluğu temelinde bir ulus inşa edilmek istendi.

Homojen ulus fikri sert bir inkar ve asilimasyon politikasını beraberinde getirdi.

Kuvayı Milliyetin dinamik gücü olan ve Türkiye Devleti’nin kurucu unsurlarından biri olan Kürtlerin varlığı inkar edildi.

Kürt dili ve kültürü yasaklandı.

Acılı ve travmatik asimilasyon politikaları benimsendi.

Bugün adına Cumhuriyetin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP’nin “Kürt sorunu” dediği sorun, işte o dönemin bir ürünüdür.

Bizzat CHP’nin yarattığı bir kanlı sorun.

PKK bu sorunun hem bir sonucu hem de sorundan beslenen kanlı bir terör örgütü.

Türkiye’yi yıllar yılı yoran ve nice mağduriyetlere sebebiyet veren laikçilik uygulamaları, dinin ve dindarların kamusal alandan sürülmesiyle alakalı bir durum.

CHP’nin tek parti yönetimi, tipik bir hanedanlık rejimidir.

Bir tür saltanat rejimidir.

Osmanlı hanedanlığı ve saltanatı sona erdirilmiş ama onun yerine başka bir siyasi hanedanlık ve saltanatçılık inşa edilmiştir.

Aile hanedanlığı yerini parti hanedanlığına bırakmıştır.

Cumhuru makbul görmeyen bir Cumhuriyetçilik anlayışına eşlik eden zecri tepeden inmeci modernleştirme projeleri demokrasi yoksunluğunun da diğer adıdır.

Cumhursuz bir Cumhuriyet, yani demokrasiden yoksun bir Cumhuriyet. CHP’li iktidar seçkinlerinin kafalarındaki Cumhuriyetçilik modeli tam da buydu işte!

Saygın tarihçi-siyaset bilimci Prof. Dr. Taha Parla’nın isabetle belirttiği gibi, “Bonapartist ve plebisiter diktatoryal cumhuriyet”ti bu CHP eliyle inşa edilen cumhuriyet.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş: Bugün yeryüzü, İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaç

Diyanet Akademisi Başkanlığınca, Türkiye Diyanet Vakfı Konferans Salonu’nda ‘Türkiye’de Üretilen Dini Bilginin Din Hizmetlerine Katkısı ve Diyanet Akademisi Sempozyumu’ düzenlendi.

Sempozyumun açılında konuşan Erbaş, bugün yeryüzünün İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaç olduğunu belirterek “Bu süreçte köklü bir ilmi mirasa sahip olan Müslümanlara, ilim insanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir” diye konuştu.

Erbaş, Müslümanların İslami ilimlerde çok büyük eserler kaleme aldığını belirterek “Medine’den Endülüs’e, Kurtuba’dan Buhara’ya pek çok ilim insanı yetişmiş. Onların bugün yazdıkları eserleri tanımamız, okumamız, bunları okuyabilecek talebeler yetiştirmemiz gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

Dini bilginin hayatla iç içe olmak zorunda olduğunu dile getiren Erbaş, “Yaşanan hayatı, sorunları, sosyal gerçeklikleri, insanlığın gündemini, ihtiyaç ve beklentilerini dikkate almayan bir din anlayışı ve hizmeti daima eksiktir ve verimsiz kalır. Kaldı ki salt bilgi sahibi olmayı merkeze alan, onu değere dönüştüremeyen, toplumun hizmetine sunamayan ve nihayetinde insanda bir şuur ve farkındalık oluşturamayan bir yaklaşımın İslam’ın bilgi anlayışı ve ahlakından uzak olduğu malumunuzdur” ifadelerini kullandı.

‘Diyanet Akademisi’ni hayata geçirmiş olmanın kıvancını yaşıyoruz’

Diyanet İşleri Başkanlığının milletine, dinini, inancını ve medeniyetini öğretmek için pek çok eğitim faaliyetleri gerçekleştirdiğini belirten Başkan Erbaş, sözlerine şöyle devam etti:

Cumhuriyet dönemi dini müesseseleri arasında çok özel bir konuma sahip olan dini yüksek ihtisas merkezlerimiz ve dini ihtisas merkezlerimiz bu anlamda önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Başkanlığımız İslami ilimler literatürüne yeterli erişimin henüz tam manasıyla sağlanamadığı, dini alanda yükseköğretim düzeyinde faaliyet gösteren kurumların henüz yaygınlaşmadığı ve hatta yok denecek kadar az olduğu bir dönemde bu mühim ihtiyaca cevap vermek ve temel İslami ilimler alanında önemli bir boşluğu doldurmak üzere Diyanet Akademisini, akademiden önceki haliyle eğitim merkezlerimizi, ihtisas merkezlerimizi kurmuş, hayata geçirmiştir. İşte bugün hamdolsun Diyanet hizmetleri için büyük bir imkan olarak gördüğümüz Diyanet Akademisini hayata geçirmiş olmanın kıvancını yaşıyoruz. Diyanet Akademisi, Başkanlığımızın kuruluş misyonunu gerçekleştirecek nitelikte kadrolar yetiştirmek adına hizmet veren saygın ve mümtaz kurumlarımızdan biridir. Bu meyanda Diyanet Akademisinin İslami İlimler geleneğiyle sağlıklı ve nitelikli bir iletişim kurmak derinlikli, ilmi çalışmalara rehberlik etmek, kaynaklara doğrudan ulaşarak İslam dinini doğru anlamak ve hiçbir kesimini dışlamadan bütün toplumu aydınlatarak, insanımızı geleceğe taşımak gibi önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır.

‘Akademimizin temel hedefi iyi hocalar yetiştirmek’

Başkan Erbaş, Diyanet Akademisi sayesinde hizmet öncesi eğitimlerle personelin daha donanımlı şekilde göreve başlayacağına vurgu yaparak “Akademimizin temel hedefi İslam medeniyetinin müktesebatını, temel kaynaklarını, konularını bilen güncel meselelerin, sosyal değişimlerin farkında yeni sorunlara çözüm üretebilen, İslam’ın insan, çevre, toplum, ahlak, Allah tasavvurunu özümsemiş, mesleki formasyonu güçlü, iletişim, etkileşim ve pedagojik yönü iyi hocalar yetiştirmektir” diye konuştu.

‘İnsanı öldürmek için değil yaşatmak için bilime ihtiyaç var’

Yaşanan savaşlar, işgaller ve katliamlardan bunalan insanlığın yeni bir arayış içerisinde olduğunu gördüklerini dile getiren Erbaş, “Şu bir gerçek ki bugün yeryüzü İslam’ın hayat veren hakikat, ilke ve değerlerine muhtaçtır. Bu süreçte köklü bir ilmi mirasa sahip olan Müslümanlara, ilim insanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir” dedi.

Erbaş, şunları kaydetti:

Öncelikle yaşananların doğru okunup iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Sadece İslam coğrafyası için değil, küresel emperyalist bir mafya tarafından kuşatılmış bütün dünyanın kurtuluşu için hak, hukuk, adalet, merhamet çerçevesinde güçlü bir gelecek perspektifi ortaya konulması önem arz etmektedir. Bugün dünyanın gözü önünde Filistin’de, Gazze’de bu küresel emperyalist vahşilerin desteğiyle Müslümanları, bebekleri, çocukları, masumları katleden işgalci zalimler işte o zaman buna cesaret edemeyecektir. Biz hem bilimsel olarak hem de birlik, beraberlik içerisinde olursak bütün Müslümanlar ve dünyanın vicdanlı insanları olarak, hukuk, ahlak, adalet çerçevesinde insan yetiştirirsek işgalci zalimler ve dünyayı mafyavari yöneten ve yönetmeye çalışan emperyalist zalimler buna fırsat ve cesaret bulamayacaktır.

İnanıyorum ki İslam’ın ana kaynakları ekseninde insana, varlığa ve hayata dair bütüncül bir yaklaşımla üretilecek bilgi, içinden geçtiğimiz bu kaotik süreçte, insanlığın anlam arayışına en güzel şekilde rehberlik edecektir. Dünyanın öldürmek, yok etmek için ilme, bilime değil; insanı yaşatmak, insanı huzura kavuşturmak için ilme, irfana, bilgiye, hikmete, bilime ihtiyacı vardır.