Kazanmanın Keyfini Çıkar! Hemen Tıkla, Şansa Kapı Aç!

Prizmabet giriş: Alman otomotiv sektöründeki kriz derinleşiyor

Alman otomotiv üreticileri, elektrikli araçlara geçişin yüksek maliyetleri ile mücadele ederken Çin ve Avrupa’dan gelen zayıf talep ışığında maliyetleri düşürmek ve rekabet gücünü korumak için ciddi baskı altında.

Son yıllarda otomobil endüstrisinde çığır açan teknolojilerin Çin ve ABD’den gelmesi Avrupa kamuoyunda tartışma konusu olurken, Çinli üreticilerin gittikçe artan rekabeti, Alman otomobil üreticisi Volkswagen’in tarihi işten çıkarma ve fabrika kapatma planları bu tartışmaları artırdı.

Volkswagen’in kararı Alman otomotiv sanayisinin içinde bulunduğu krizi derinleştirirken, otomotiv sektörü, yüksek vergi oranları, artan elektrik fiyatları, geniş bürokrasi nedeniyle ülkede rekabet gücünü kaybediyor.

Otomotiv endüstrisinin zayıflığı Alman yetkilileri düşündürürken, ekonominin büyüme hızını yavaşlatmaya devam edeceği değerlendiriliyor.

Otomotiv sektöründe fazla katma değer ve istihdamın Almanya’da kalması için siyasi irade çağrısı yapılırken, Alman siyasilerin Çin ile otomobil tarifeleri konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, yüksek elektrik fiyatları ve Avrupa Birliği çevre düzenlemeleri konusunda manevra yapamaması dikkati çekiyor.

Otomotiv sektörü ülkede katma değerin yüzde 5’ini oluşturuyor

Alman otomotiv endüstrisindeki kriz, gözden kaçan trendlerin, yapısal sorunların ve jeopolitik risklerin karmaşık bir etkileşimiyle ortaya çıkarken, otomotiv endüstrisi bir zamanlar Alman ekonomisinin bel kemiğini oluşturuyordu.

Sektör, Almanya’da toplam katma değerin yüzde 5’ini oluştururken istihdamın yüzde 3’ünü sağlıyor. Gelir açısından ise açık ara en büyük sanayi sektörü.

Alman otomotiv üreticileri geçen yıl 272,6 milyar avro değerinde ihracat yaptı. Bu da toplam ihracatın yüzde 17,3’üne denk geliyor.

Haziran 2024 itibarıyla Alman otomotiv sektöründe tedarikçiler hariç yaklaşık 773 bin kişinin istihdam edildiği kayıtlara geçerken, sektörün istihdamı 2023’e göre yüzde 0,8 azaldı.

Sanayide çalışanların yaklaşık yüzde 14’ü otomotiv sektöründe. Bu da otomotiv sektörünü, 952 bin çalışanı olan makine mühendisliğinden sonra iş gücü açısından en büyük ikinci sanayi sektörü konumuna taşıyor.

Bu arada, yaklaşık yüzde 13’lük payıyla ABD, Alman otomobil ihracatının en önemli pazarı, ABD’yi Birleşik Krallık ve Çin takip ediyor.

Alman ekonomisi büyümede zorlanıyor

Yapısal sorunların da ekonomiyi frenlediği Almanya’da, bir zamanlar oldukça başarılı olan “Ucuz enerji ve ara malı ithal et, bunları işle ve yüksek kaliteye sahip mal olarak ‘Made in Germany’ algısıyla pahalı bir biçimde ihraç et” başlıklı iş modeli artık işe yaramıyor.

Kovid-19 salgını, tedarik zinciri kesintileri, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi son dönemde yaşanan çok sayıda kriz, Alman ekonomisinin zayıf yönlerini su yüzüne çıkarırken, ülkenin; jeopolitik sorunlar, iklim değişikliği, durgun ekonomi ve demografik zorlukların üstesinden gelme konusunda birtakım sorunlarla karşı karşıya bulunması da dikkati çekiyor.

Almanya’nın halen “kendi ürettiği bürokrasi, kurallar ve prosedürler altında da ezildiği” belirtiliyor.

Alman ekonomisi, “Çok az yatırım, çok fazla bürokrasi ve aşırı yüksek lokasyon maliyetleriyle” sıkışırken, iç ve dış siyasi çalkantıların ortasında Avrupa’da ve uluslararası alanda geride kalarak zemin kaybediyor. Tarihsel olarak küreselleşme ve ucuz enerji girdilerine dayanarak ücretlerin ve yaşam standartlarının yükselmesini sağlayan Alman büyüme modeli yapısal zorluklar ve jeopolitik risklerle karşı karşıya.

Küresel ticarette korumacılık artıp bir taraftan Rusya-Ukrayna Savaşı enerji maliyetlerini yükseltirken, Almanya’nın reel GSYH büyümesi Kovid-19’dan beri G7’de en alt sıralarında yer alıyor. Ekonomide ABD ve Çin’e ticari bağımlılık, yüksek enerji fiyatları, yatırım harcamalarının yetersizliği ve kötüleşen demografik koşullar gibi zorluklar söz konusu.

İhracata bağımlı olan ve ülkenin GSYH’nin neredeyse yüzde 30’unu oluşturan Alman sanayisi küresel ekonomideki yavaşlamadan, artan Çin rekabetinden ve Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan sonra yüksek enerji fiyatlarından olumsuz etkileniyor.

Yılın ikinci çeyreğinde yüzde 0,3 küçülen ülke ekonomisi, üçüncü çeyrekte yüzde 0,2 büyüme kaydederek teknik resesyona girmekten kurtulmuştu.

Hükümet, ekonomide bu yıl yüzde 0,2 küçülme bekliyor. Ekonomi bu yıl da küçülürse 2023’te olduğu gibi G7 ekonomileri arasında daralan tek ülke olacak.

Ülkede Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’nin (FDP) oluşturduğu koalisyon hükümeti, iklim hedefleri, eyalet seçimlerindeki yenilgiler ve ekonomideki sıkıntılar nedeniyle yaşanan son tartışmaların ardından 6 Kasım’da dağılmıştı. Yaklaşık 20 yıl sonra ilk kez erken seçime gidecek olan ülkede seçim tarihi 23 Şubat olarak planlanıyor.

Bu arada ocak ayında yeniden ABD Başkanı olarak yemin edecek olan Trump, seçimi kazanırsa dış ticaret açığını azaltmak ve yerli üretimi desteklemek için gümrük vergilerini önemli ölçüde artıracağını açıklamıştı.

Analistler, Trump’ın AB ithalatına gümrük vergileri yoluyla daha fazla korumacı bir politika uygulamasının ihracata dayalı Alman ekonomisi için iyiye işaret olmadığını kaydediyor. ABD, Alman mallarının en büyük alıcısı konumunda ve Almanya’nın ihracatının yaklaşık yüzde 10’una sahip.

Çinli şirketler elektrikli hareketliliğe erken yatırım yaparken, Alman şirketler tereddütte kaldı

Alman otomotiv endüstrisi uzun süre geleneksel yanmalı motorlara bağlı kalarak, elektrikli hareketliliğe (elektromobiliteye) yatırım yapamaya tereddütle yaklaşırken, Tesla ve BYD gibi Çinli şirketler elektrikli hareketliliğe erken yatırım yaptı.

Uzmanlar, Alman otomotiv üreticilerinin, başarılı içten yanmalı motor modellerini ihraç etmeye odaklandığını belirterek, dönüşüm ihtiyacını hafife alan bu üreticilerin elektrikli hareketliliğe geçişi kaçırdığı kanaatinde.

Elektrikli araçlara geçiş, otomotiv sektörü için ülkede ve Avrupa Birliği (AB) nezdinde çeşitli düzenlemeler ve ham madde tedariki nedeniyle zorlu bir süreç içerisinde. Sektör, Asyalı üreticilerin hakim olduğu batarya teknolojisine büyük yatırımlar yaparken, artan maliyetlerle boğuşmak zorunda kalıyor.

Alman hükümetinin Ulusal Otomobil Platformu (NPM) tarafından yapılan bir çalışmaya göre, ülkenin yanmalı motorları bırakıp elektrikli otomobillere geçmesi de pahalıya mal olacak.

Elektrikli otomobile geçişle ülkede 2030’a kadar 410 bin kişinin işsiz kalması bekleniyor. Yaşanacak iş kaybının ana nedeni de elektrikli motorların petrolle çalışan motorlara göre daha az parça bulundurduğu için üretimde daha az işçiye ihtiyaç duyulması.

İçten yanmalı bir motora en az 1200 parça monte edilirken, elektrik motorunda yaklaşık 200 adet parça ile üretim yapılabiliyor. Otomobil üretiminin ve kullanılan parça sayısının düşmesi birçok otomobil parça tedarikçisini etkiliyor ve işçi çıkarılmasına sebep oluyor.

Elektrikli otomobil üretiminde katma değerin önemli bir kısmını oluşturan batarya hücresi üretiminde Alman otomotiv sektörünün geç kaldığı da ifade ediliyor.

Kriz tedarikçileri de vuruyor

Almanya’da otomotiv üreticilerinin içinde bulunduğu derin kriz, başta yedek parça olmak üzere tedarikçileri de olumsuz etkiliyor.

Tedarikçiler düşen
siparişler ve artan maliyetlerle karşı karşıya kalırken, birçoğu elektrikli hareketlilik gereksinimlerini karşılamak için işten çıkarmalar veya yeniden yapılanma planlıyor.

Son aylarda Volkswagen, Ford, ZF WABCO ve Continental, fabrikalarında binlerce işçinin işten atılacağı haberlerinin basında yer alması dikkati çekiyordu.

Alman otomotiv ve sanayi tedarikçisi Schaeffler, 5 Kasım’da 2 bin 800’ü Almanya’da olmak üzere Avrupa’da 4 bin 700 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu.

23 Kasım’da otomotiv sektörünün önemli tedarikçilerinden Bosch, otomotiv biriminde 3 bin 800’ü Almanya’da olmak üzere, dünya genelinde 5 bin 500 kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. Bosch, ilaveten üretim tesislerinde kısa mesaiye gidileceğini açıkladı.

Otomobil parça tedarikçisi Johann Vitz GmbH de 106 yıllık geçmişinin ardından iflas başvurusunda bulunarak yeniden yapılanma sürecine girdi.

İstihdam kaybının devam etmesi bekleniyor

Alman Otomobilciler Birliği de (VDA) elektrikli araçlara geçişin Alman otomotiv endüstrisine gelecek on yıl içinde 140 bin ek istihdama mal olacağını hesaplıyor.

Sektördeki istihdam yapısı “demografi ve karbonsuzlaşma” ile köklü bir dönüşümle karşı karşıya ve bu dönüşümün 2035’e kadar yaklaşık 190 bin kişinin iş kaybına yol açması bekleniyor.

VDA’nın yaptırdığı araştırmaya göre, 2035’e kadar sektördeki iş gücü arzı demografik nedenlerden dolayı yüzde 6,3 düşecek.

Almanya’da 2019-2023 döneminde istihdamda görülen 46 bin kişilik azalış temelde elektrikli araçlara geçişten kaynaklanırken, azalma eğilimi devam ederse 2035’e gelindiğinde otomotiv sektöründe istihdam sayısı yaklaşık 190 bin kişi düşecek.

Çin etkisi

Almanya’nın diğer büyük Avrupa ekonomilerine kıyasla Çin’e daha fazla bağımlı olması dikkati çekerken, Çin’in Almanya’dan satın aldığı otomobilleri daha fazla üretebilmesi ekonominin büyümesini zorlaştırıyor.

Çin, başta Alman otomobil üreticileri olmak üzere Alman şirketleri için hem satış hem de büyüme açısından büyük önem taşıyor. Alman şirketleri, küresel pazar için Çin’deki en son teknolojileri geliştiriyor ve test ediyor. Alman sanayisinde kullanılan ara ürünlerin çoğunluğunun Çin’den geldiği belirtiliyor.

Alman otomobilleri Çin’de yoğun talep görüyor. Alman otomotiv üreticileri Volkswagen, Daimler ve BMW gelirlerinin yüzde 30’dan fazlasını Çin’den gelmesi dikkati çekiyor.

Çin uzun zamandır Alman otomobil üreticileri için merkezi bir büyüme pazarı olurken, Mercedes, Audi ve BMW gibi markalar büyüyen Çin orta sınıfında büyük bir popülerliğe sahip.

Çinli üreticiler arayı büyük ölçüde kapatırken, BYD, Nio ve Geely Çin iç pazarına giderek daha fazla hakim oluyor ve artık Alman üreticilerin Çin’deki pazar payı önemli ölçüde düşüyor.

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde satılan elektrikli otomobillerde Çin üreticilerinin payı hızla yükseliyor. Çin’de üretilen düşük fiyatlı ve sübvanse edilmiş elektrikli otomobillerin satışları rakiplerini geride bırakıyor.

Çin’de, BYD, SAIC ve Geely gibi markalar ile Tesla ve farklı Avrupa şirketlerin araçlarının üretimi yapılıyor.

Alman sanayisinin gittikçe zayıflaması, Çinli şirketlerin teknolojik olarak arayı kapatması hatta Uzak Doğulu şirketlerin yenilenebilir enerji ve otomotivde Almanları geride bırakması Almanya’da “Çin Şoku” olarak tartışılıyor.

Elektrikli araçlara yönelik zayıf talep

Alman üreticiler, elektrikli model sayılarını artırmalarına rağmen, talep beklentilerin altında kalması dikkati çekiyor.

Uzmanlar, devlet teşviklerinin yetersiz kalması, yüksek satın alma maliyetleri ve sürdürebilir olmayan şarj altyapısını buna neden olarak gösteriyor.

BYD gibi Çinli üreticilerin daha düşük üretim maliyetlerinden faydalanarak, daha ucuz ve teknolojilik araçlar sunması da Alman üreticileri olumsuz etkiliyor.

Çin’deki yavaşlama Alman otomotiv üreticilerini satışlarını olumsuz etkiliyor

Çin’deki yavaşlama Alman otomobil üreticilerin satışlarını da olumsuz etkilerken, üreticiler bu yıl için kar tahminini art arda düşürmek zorunda kalıyor.

Yüksek maliyetlerle mücadele eden Volkswagen (VW) Grubu’nun, temmuz-eylül döneminde net karı yıllık yüzde 64 düşerek 1,58 milyar avroya geriledi.

Grubun geçen yıl temmuz-eylül döneminde 4 milyar 894 milyon avro olan özel kalemler öncesi karı da bu yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 41,7 düşüşle 2 milyar 855 milyon avro oldu. Grubun, üçüncü çeyrekteki araç satışları ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 8,3 düşerek 2 milyon 122 bine geriledi.

Volkswagen’in iştiraki Audi’nin yılın üçüncü çeyreğinde faaliyet kârı bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 91 düşerek 106 milyon avroya indi.

Yine Alman otomotiv üreticisi Mercedes-Benz’in karı üçüncü çeyrekte Çin’deki zayıf lüks otomobil satışları nedeniyle azaldı.

Şirketin temmuz-eylül döneminde düzeltilmiş faaliyet karı (FAVÖK), geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 48 azalarak 2 milyar 517 milyon avroya geriledi. Şirketin net karı ise yüzde 53,8 düşüşle 1 milyar 719 milyon avroya indi.

Diğer Alman lüks otomobil üreticisi BMW Group’un yılın temmuz-eylül döneminde karı Çin’deki satışların düşmesi ve araçların geri çağrılması nedeniyle yıllık yüzde 84 düşerek 476 milyon avroya indi.

Söz konusu dönemde şirketin en büyük pazarı olan Çin’deki (Mini markası dahil) araç teslimatlarının yüzde 29,8 azalarak 147 bin 691’e düşmesi dikkati çekti.

BMW, Çin’deki talebin durağanlaşması nedeniyle satışlarının etkilendiğini ve tüketici talebinin zayıf kaldığını bildirerek, bu yıl için satış tahminlerini aşağı çekmişti.

Alman otomotiv sektöründeki krizin diğer sebepleri

Almanya’daki üretim maliyetleri, yüksek enerji fiyatları ve ücretler nedeniyle diğer ülkelere kıyasla önemli ölçüde yüksek kalırken, düşük kar marjlı giriş seviyesi modellerin bu koşullar altında karlı bir şekilde üretilmesi zor oluyor.

Almanya’da birçok otomobil fabrikasının ortalama kapasite kullanımı üçte iki seviyesine düşerken, bu da tesislerin verimliliğini etkiliyor ve araç başına sabit maliyetleri artırıyor. Bu durumun Alman üreticilerin maliyet sorununu daha da kötüleştirdiğine ve ülke markalarının daha az rekabetçi hale getirdiğine vurgu yapılıyor.

Alman otomobil endüstrisinin bir diğer zayıf noktası da dijital teknolojilerin yavaş gelişmesi. Tesla’da standart olan otonom sürüş sistemleri veya yenilikçi bilgi-eğlence özelliklerin Alman modellerinde genellikle daha az teknolojik olduğu ifade ediliyor.

Avrupa’daki ekonomik durum otomotiv endüstrisi üzerinde önemli bir baskı oluştururken tüketicinin yüksek enflasyon sonrası tasarruf eğiliminde olması, artan belirsiz ortam ve zayıf ekonomik büyüme birçok tüketicinin yeni bir araba almak gibi büyük alımları ertelemesine neden oluyor.

Bu durum özellikle ürünleri Asyalı rakiplerine kıyasla pahalı olan Alman üreticileri etkiliyor.

Uluslararası ticari ilişkiler ilave riskler içerirken, ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle AB’den gelecek otomobillere olası cezalandırıcı gümrük vergilerinin, Çin’in AB’ye cevap olarak Avrupa’dan elektrikli otomobillere yönelik olası yeni vergilerin de durumu daha da kötüleştirebileceği belirtiliyor.

ABD ve Çin gibi ihracat
pazarlarına olan bağımlılık Alman otomotiv üreticilerinin içinde bulunduğu krizi daha da kötüleştirirken, Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle olası cezalandırıcı gümrük vergilerinin Volkswagen, BMW ve Mercedes-Benz’in kârlarını önemli ölçüde azaltabileceği belirtiliyor.

Bu durumun sektör üzerindeki baskıyı daha da artırması ve derin istihdam kesintilerine sebep olması bekleniyor.

Kovid-19 pandemisi sırasında elde edilen güçlü karların ardından, birçok şirket marjlarına ilişkin gerçekçi olmayan beklentilerini sürdürürken, getiriler üzerindeki bu baskı, araştırma ve geliştirmeye yapılan uzun vadeli yatırımları tehlikeye atan aşırı kemer sıkma önlemlerine yol açıyor.

 Prizmabet, online bahis ve oyun sektöründe önemli bir yer edinen bir platform olarak dikkat çekiyor. Spor bahislerinden canlı casino oyunlarına kadar geniş bir oyun yelpazesi sunan site, kullanıcılarına eğlenceli ve kazançlı bir deneyim vaat ediyor. Güvenlik ve adalet konusunda sıkı standartlara sahip olan Prizmabet, kullanıcılarının memnuniyetini önceliklendiriyor ve çeşitli promosyonlar ile daha da cazip hale geliyor. Mobil uyumluluğu sayesinde her yerden erişilebilen site, kullanıcı dostu arayüzü ile de her seviyeden oyuncuya hitap ediyor. Prizmabet, dinamik yapısı ve sürekli güncellenen oyun seçenekleri ile online bahis ve casino dünyasında öne çıkmayı başarıyor.

Jose Mourinho: 10 yıldır başarı yok

Fenerbahçe’nin Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho, İngiliz basınına açıklamalarda bulundu.

Premier Lig’e mutlaka döneceğini ancak bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başında olacağını aktaran Mourinho, “İngiltere’de 3 takımı çalıştırdım. İngiltere’de çalışmayı çok sevdim. Birçok şehirde yaşadığım için şanslıyım ama en çok Londra’da yaşayan ailem için. Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” sözlerini kullandı.

Sarı-lacivertli ekibin Avrupa kupalarında oynadığı maçlardaki VAR kararları hakkında konuşan Jose Mourinho, “Bu sezon Lille maçında 94. dakikada VAR’ın penaltı kararıyla Şampiyonlar Ligi’nden elendik. Bu perşembe günü ise stadyumdaki herkesin ‘penaltı, penaltı’ diye bağırdığı anda VAR devreye girmedi. Sonrasında ise kırmızı kart gördüm. Asla kazanamayacağım bir savaş” ifadelerini kullandı.

“10 YILDIR BAŞARI YOK”

Fenerbahçe’nin 10 yıldır ligde şampiyon olamadığını ancak başkan, taraftar ve oyuncuların iyi olduğunu belirten Mourinho, “10 yıldır başarı yok. Başkan muhteşem, taraftarlar iyi, oyuncular iyi, tarihi çok iyi ama 10 yıldır şampiyonluk yok. Bunun hakkında konuşmayacağım. Sadece Lille ve Galatasaray’a yenildik. Burada kazanan taraflar dünyanın en iyisi, kaybeden de dünyanın en kötü takımı gibi” şeklinde konuştu.

“BANA DA HERKES GİBİ DAVRANILMALI”

Kendisine karşı özel bir tavır istemediğini belirten Mourinho, “Bana da herkes gibi davranılmalı. Sahada Lionel Messi olman ya da ilk maçına çıkmanın bir önemi yok. Kurallar Messi için de genç çocuk içinde aynı. Tabii ki teknik direktörler için de geçerli. Carlo Ancelotti de olsan genç teknik direktör de olsan fark etmez. Ancelotti ile genç teknik adam aynı davranışı hak ediyor. Kendim için de bunu istiyorum. Özel bir tavır istemiyorum. Sadece dürüst davranılmasını istiyorum. Budapeşte’deki finalden beri daha zor olmaya başladı” sözlerini sarf etti.

“KARİYERİMİN KÖTÜ OLDUĞU BİR DÖNEMDE DEĞİLİM”

Premier Lig’de küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağını söyleyen tecrübeli teknik adam, “Avrupa’da olmayacağım konusunda şaka yaptım. Sadece küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağım. Asla yapmam. Üzgünüm ama kariyerimin kötü olduğu bir dönemde değilim. Avrupa kupalarında oynayabildiğim mutlu bir dönemimdeyim. Kümede kalmaya çalışan bir takımda olamam. Bu çok zor! Bence bu çok zor. Kupalar kazanmaktan çok farklı bir durum. Duygusal olarak çok zorlayıcı çünkü hayatları değiştiren bir olay. Bunu cesur insanlar yapabilir” şeklinde konuştu.

“İSTANBUL MUHTEŞEM BİR ŞEHİR”

İstanbul’daki yaşamından bahseden Jose Mourinho, şu ifadeleri kullandı:

“İstanbul muhteşem bir şehir. Avrupa’da yaşıyorum ve her gün Asya’ya geçiyorum. Antrenmandan sonra uyumak için Avrupa’ya dönüyorum. Londra’da Chelsea’nin antrenmanına gitmekten daha kolay İstanbul’da tesislere gitmek. Birkaç defa tesislerde kaldım. Bu normal bir şey. Arzumu ve açlığımı kaybedemem. Real Madrid’deyken Sir Alex’in Old Trafford’da beni davet ettiği zamanları hatırlıyorum. United’a karşı oynamak bir zevkti.”

Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase: “Ülkemizin mali şeffaflığa ihtiyacı var”

Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, 20 Ekim’deki seçimlere sayılı günler kala sürdürülebilir büyümeye odaklanan reform paketlerini açıkladı. Halk için özel bir bütçe sunmanın yanı sıra ekonomik canlanma, siyasi reform ve Avrupa entegrasyonuna doğru giden yolda daha güçlü bir rota çizmeyi taahhüt etti. Andrei Năstase, Türkiye ile ticari ve diplomatik ilişkilere yönelik yaklaşımını da yineledi.

20 Ekim’deki Moldova Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Avrupa Birliği (AB) üyeliği referandumuna sayılı günler kala, gözler cumhurbaşkanı adaylarına çevrildi. Kendini ülkenin köklü yoksulluk, ekonomik istikrarsızlık ve hükümet yetersizliği sorunlarını ele alabilecek bir lider olarak konumlandıran Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, seçimi kazandığı takdirde hayata geçireceği vizyoner reform hareketlerini açıkladı. Seçimlerde bağımsız bir aday olarak yarışan Năstase, bu kapsamda halk için özel bir bütçe sunmanın yanı sıra ekonomik canlanma, siyasi reform ve Avrupa entegrasyonuna doğru giden yolda daha güçlü bir rota çizmeyi taahhüt ediyor.

Moldova halkının cevapları, hesap verebilirliği ve gerçek ilerlemeyi hak ettiğini belirten Andrei Năstase, yaptığı açıklamada şu sözleri kaydetti: “Ülkemiz bu pervasız harcamalar ve gizli anlaşmalarla yoluna devam edemez. Bu seçimin tüm Moldovalılar için şeffaflığı, onuru ve refahı geri getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Ticaret, yatırım ve altyapıdaki ekonomik bağları güçlendirmesi gerektiğine inanıyorum. Bu noktada, daha önce açıkladığım gibi, Türkiye’nin ekonomisi, Moldova’nın modernizasyonu için değerli dersler ve içgörüler sunuyor. Karşılıklı yarar için kültürel ve diplomatik bağlarımızı geliştirmenin, stratejik ortaklığımızı daha da kuvvetlendireceğini öngörüyorum.”

“Yabancı fonların kullanımı araştırılmalı”

Yabancı fonların kullanımının araştırılması gerektiğine dikkat çeken Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, yakın zamanda Maia Sandu liderliğindeki mevcut PAS hükümetinin Moldova’nın kalkınması için ayrılan Avrupa fonlarını nasıl kullandığına dair kapsamlı bir soruşturma çağrısında bulunarak Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Başsavcısı Laura Codruța Kövesi’ye resmi bir mektup gönderdiğini belirtti. Konuya dair, “Bu fonların nasıl harcandığı konusunda ciddi sorular var. Moldova halkı, haklı olarak soruyor: Hayatlarını iyileştirmesi gereken milyarlarca dolar nerede? Neden hala yoksulluk ve durgunluk görüyoruz?” dedi.

“Mali şeffaflığa ihtiyacımız var”

Mevcut hükümetin yabancılardan gelen mali yardımın nasıl yönettiğine dair şeffaflığı konusunda endişe duyduğunun altını çizen Andrei Năstase, “Bu fonların hesap verebilirlik olmadan kullanıldığı açık. Moldova gelecek nesillere yük olacak borç biriktiriyor ve sıradan insanlar yaşam kalitelerinde hiçbir iyileşme görmüyor. Kamu borcumuz 113 milyar Leyi ile tarihi bir zirvede ve bu yılın sonuna kadar 125 milyar Leyi’ye ulaşması bekleniyor. Moldovalılar bu paraların nereye gittiğini bilmeyi hak ediyor” ifadelerini kullandı.

“Yerli üretime odaklanmalıyız”

Moldova’yı cesur bir reformla ekonomik darboğazdan kurtarabileceğini söyleyen Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, “Ülkenin mali açığını, daha yatırım dostu bir iklim yaratarak, büyük uluslararası şirketleri ülkeye davet ederek ve yerli üretimi artırmaya odaklanarak azaltmayı öneriyorum. Moldova Avrupa yatırımlarını çekmeli. Şu anda yaptığımız gibi, tüketim için borçlanmamalı. Her Moldovalı için büyüme, iş ve fırsat yaratan bir ekonomi inşa etmeye odaklanmalıyız” diyerek yoksullukla mücadele kapsamında değerlendirmelerine şunları ekledi:

“Yoksullukla mücadelede ulusal bir program kapsamındaki aileler ve çocuklar için hedefli mali destek de dahil olmak üzere, birkaç somut sosyal politikamı özetlemek isterim. Politikalarım, 3 yaşına kadar olan çocuklar için aylık 3 bin Leyi, 18 yaşına kadar olan çocuklar için bin Leyi tahsis edilmesini ve hiçbir emekli maaşının 5 bin 700 Leyi’nin altına düşmemesini sağlamayı içeriyor. Bütçemiz siyasetçilere değil, halka hizmet etmeli. Moldova’nın kaynaklarını vatandaşları için kullanmanın zamanı geldi.”

“Bütçe açığının kapatılması için milletvekili sayısı azaltılmalı”

Seçim kampanyasında hükümet içindeki verimsizlikleri azaltmayı amaçlayan siyasi reformlara odaklandığını da vurgulayan Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, “Fazlalık sayılan giderleri kesmemiz ve hükümeti halk için çalışacak şekilde düzenlememiz gerekiyor. Bu çabanın bir parçası olarak, bütçe açığını azaltmak için parlamentodaki milletvekillerinin sayısının 101’den 61’e düşürülmesi, kamu ve hükümet kurumlarının küçültülmesini savunuyorum. Hükümeti daha yalın, şeffaf ve Moldova vatandaşlarının ihtiyaçlarına daha duyarlı hale getirmeyi amaçlıyorum” şeklinde konuştu.

“Moldova’nın refahı için sürdürülebilir büyümeye odaklanıyorum”

“Reform konusundaki kararlılığımda hiçbir zaman tereddüt etmedim. Moldova’nın, onları her şeyden önce tutan bir hükümete ihtiyacı var ve bunu başarana kadar durmayacağım” diyen Moldova Cumhurbaşkanı Adayı Andrei Năstase, AB entegrasyonu hakkında da şu sözleri kaydetti:

“Ülkemizin hem ekonomik hem de kurumsal olarak, böyle bir adım için hazır olması gerektiğine inanıyorum. Başarının anahtarını, Avrupa’dan tüketim için kredi değil, üretim için yatırım almak olarak görüyorum. Avrupa’da güvenle ayakta durabilen güçlü ve dayanıklı bir Moldova inşa etmemiz gerekiyor. Bunun için gelecek nesillere fayda sağlayan sürdürülebilir büyümeye odaklanıyorum. Halkımız uzun süredir çok fazla yanılsamayla beslendi. Aklı ve ilerlemeyi seçmenin zamanı geldi. Moldova’nın potansiyeline inanıyorum ve birlikte refah, onur ve umut dolu bir gelecek inşa edebiliriz.”

Jose Mourinho: Bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho, “Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” dedi.

Fenerbahçe’nin Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho, İngiliz basınına açıklamalarda bulundu. Premier Lig’e mutlaka döneceğini ancak bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başında olacağını aktaran Mourinho, “İngiltere’de 3 takımı çalıştırdım. İngiltere’de çalışmayı çok sevdim. Birçok şehirde yaşadığım için şanslıyım ama en çok Londra’da yaşayan ailem için. Londra benim evim. Premier Lig’e mutlaka döneceğim ama bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım” sözlerini kullandı.

Sarı-lacivertli ekibin Avrupa kupalarında oynadığı maçlardaki VAR kararları hakkında konuşan Jose Mourinho, “Bu sezon Lille maçında 94. dakikada VAR’ın penaltı kararıyla Şampiyonlar Ligi’nden elendik. Bu perşembe günü ise stadyumdaki herkesin ‘penaltı, penaltı’ diye bağırdığı anda VAR devreye girmedi. Sonrasında ise kırmızı kart gördüm. Asla kazanamayacağım bir savaş” ifadelerini kullandı.

Fenerbahçe’nin 10 yıldır ligde şampiyon olamadığını ancak başkan, taraftar ve oyuncuların iyi olduğunu belirten Mourinho, “10 yıldır başarı yok. Başkan muhteşem, taraftarlar iyi, oyuncular iyi, tarihi çok iyi ama 10 yıldır şampiyonluk yok. Bunun hakkında konuşmayacağım. Sadece Lille ve Galatasaray’a yenildik. Burada kazanan taraflar dünyanın en iyisi, kaybeden de dünyanın en kötü takımı gibi” şeklinde konuştu.

Kendisine karşı özel bir tavır istemediğini belirten Mourinho, “Bana da herkes gibi davranılmalı. Sahada Lionel Messi olman ya da ilk maçına çıkmanın bir önemi yok. Kurallar Messi için de genç çocuk içinde aynı. Tabii ki teknik direktörler için de geçerli. Carlo Ancelotti de olsan genç teknik direktör de olsan fark etmez. Ancelotti ile genç teknik adam aynı davranışı hak ediyor. Kendim için de bunu istiyorum. Özel bir tavır istemiyorum. Sadece dürüst davranılmasını istiyorum. Budapeşte’deki finalden beri daha zor olmaya başladı” sözlerini sarf etti.

Premier Lig’de küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağını söyleyen tecrübeli teknik adam, “Avrupa’da olmayacağım konusunda şaka yaptım. Sadece küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağım. Asla yapmam. Üzgünüm ama kariyerimin kötü olduğu bir dönemde değilim. Avrupa kupalarında oynayabildiğim mutlu bir dönemimdeyim. Kümede kalmaya çalışan bir takımda olamam. Bu çok zor! Bence bu çok zor. Kupalar kazanmaktan çok farklı bir durum. Duygusal olarak çok zorlayıcı çünkü hayatları değiştiren bir olay. Bunu cesur insanlar yapabilir” şeklinde konuştu.

İstanbul’daki yaşamından bahseden Jose Mourinho, şu ifadeleri kullandı:

“İstanbul muhteşem bir şehir. Avrupa’da yaşıyorum ve her gün Asya’ya geçiyorum. Antrenmandan sonra uyumak için Avrupa’ya dönüyorum. Londra’da Chelsea’nin antrenmanına gitmekten daha kolay İstanbul’da tesislere gitmek. Birkaç defa tesislerde kaldım. Bu normal bir şey. Arzumu ve açlığımı kaybedemem. Real Madrid’deyken Sir Alex’in Old Trafford’da beni davet ettiği zamanları hatırlıyorum. United’a karşı oynamak bir zevkti.”

AB, Çin’den elektrikli araç ithalatına yeni vergi getiriyor

Avrupa Birliği (AB), Çin’den gelen elektrikli araçlara vergi getireceğini açıkladı. Bu karar, Brüksel ile Pekin arasında yapılan müzakerelerin olumsuz sonuçlanmasının ardından alındı. Elektrikli araçlar, Çin’in Avrupa pazarındaki sübvansiyon etkisinin yanı sıra yeşil teknoloji ihracatındaki artış nedeniyle daha geniş bir ticaret anlaşmazlığının merkezinde yer alıyor.

Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Valdis Dombrovskis, “Bu orantılı ve hedeflenmiş önlemleri titiz bir incelemenin ardından benimseyerek, adil piyasa uygulamaları ve Avrupa sanayi tabanı için duruş sergiliyoruz” dedi. Dombrovskis, bu önlemlerin, sorunların etkili bir şekilde ele alındığı ve Dünya Ticaret Örgütü ile uyumlu bir alternatif çözüm bulunana kadar beş yıl boyunca yürürlükte kalacağını da belirtti.

Komisyona göre, 2020 yılında %3,9 olan Çin yapımı elektrikli araçların AB pazarındaki payı, Eylül 2023 itibarıyla %25’e yükseldi. Bu artış, AB sanayisini haksız bir şekilde zorlayarak gerçekleşti. Vergiler, BYD tarafından üretilen araçlarda %17, Geely’de %18,8 ve Çin’in devletine ait SAIC tarafından üretilen araçlarda ise %35,3 olarak uygulanacak. Geely, Polestar ve İsveç’in Volvo markalarını içerirken, SAIC, Avrupa’nın en çok satan elektrikli araç markalarından biri olan İngiltere merkezli MG’ye sahiptir.

Diğer Çinli elektrikli araç üreticileri, Volkswagen ve BMW gibi Batılı şirketler de dahil olmak üzere %20,7’lik vergiye tabi tutulacak. Tesla için ise ayrı bir oran belirlenmiş olup bu oran %7,8’dir.

Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve büyük otomobil üreticilerine ev sahipliği yaptığı için AB’nin bu karşı tedbirlerine karşı çıkan sesler yükseliyor. Almanya’nın otomotiv sanayi derneği VDA Başkanı Hildegard Müller, tarifelerin “serbest küresel ticaret için bir gerileme ve dolayısıyla refah, işlerin korunması ve Avrupa’nın büyümesi için olumsuz bir durum” olduğunu ifade etti.

Müller, “Sektör, Çin ile başa çıkarken naif değil, ancak sorunlar diyalogla çözülmelidir” açıklamasını yaptı. Komisyon, Çin’in AB pazarındaki payını artırmak için üretim zincirindeki sübvansiyonlardan faydalandığını belirtiyor. Bu sübvansiyonlar, yerel hükümetlerin sağladığı ucuz arazi, devlet destekli işletmelerden alınan düşük fiyatlı lityum ve bataryalar, vergi indirimleri ve devlet kontrollü bankalardan sağlanan kolay finansman gibi çeşitli avantajları içeriyor.

Çin’in hızlı pazar payı artışı, Avrupa’da elektrikli araçların iklim değişikliği ile mücadelede AB’nin yeşil teknoloji üretme yeteneğini tehdit edebileceği endişelerini beraberinde getiriyor. İş grupları ve sendikalar, 2,5 milyon otomotiv işçisinin işlerinin yanı sıra, elektrikli araç üretimine dolaylı olarak bağımlı 10,3 milyon insanın da iş güvenliğinin tehlikeye girebileceğinden endişe ediyor.

Jose Mourinho’dan cesur sözler: Fenerbahçe’den beni alamazlar 

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho, UEFA Avrupa Ligi’ndeki Manchester maçında yaşananlar ve Fenerbahçe’deki günlerine dair Sky Sports’a flaş açıklamalarda bulundu.

UEFA Avrupa Ligi’ndeki Manchester United maçında kırmızı kart görmesiyle ilgili eleştiriler yapan Jose Mourinho, “Futbolda cezalandırılmanız gerektiğinde cezalandırılmanızı adil bulmuyorum. Cezalandırıldıktan sonra yeni bir sayfada, sıfırdan başlamanız gerekir. Bu sezon Lille maçında 94. dakikada VAR’ın penaltı kararıyla Şampiyonlar Ligi’nden elendik. Bu perşembe günü ise stadyumdaki herkesin ‘penaltı, penaltı’ diye bağırdığı bir anda VAR devreye girmedi. Sonrasında ise kırmızı kart gördüm. Asla kazanamayacağım bir savaş.”

“DÜRÜST DAVRANILMASINI İSTİYORUM”

Kendisine adil davranılmasını beklediğini söyleyen Mourinho, “Bana da herkes gibi davranılmalı. Sahada Lionel Messi olman ya da ilk maçına çıkmanın bir önemi yok. Kurallar Messi için de genç çocuk içinde aynı. Tabii ki teknik direktörler için de geçerli. Carlo Ancelotti de olsan genç teknik direktör de olsan fark etmez. Ancelotti ile genç teknik adam aynı davranışı hak ediyor. Kendim için de bunu istiyorum. Özel bir tavır istemiyorum. Sadece dürüst davranılmasını istiyorum. Yanlış bir şey yaptıysam cezalandırılmalıyım ama yanlış bir şey yapmadıysam beni bırakın. Budapeşte’deki finalden beri daha zor olmaya başladı.” dedi.

“AVRUPA’DA OLMAYACAĞIM KONUSUNDA ŞAKA YAPTIM”

Manchester United maçı sonrasında yaptığı açıklamalar hakkında konuşan Mourinho, “Avrupa’da olmayacağım konusunda şaka yaptım. Sadece küme düşmemeye oynayan bir takımı çalıştırmayacağım. Asla yapmam. Üzgünüm ama kariyerimin kötü olduğu bir dönemde değilim. Avrupa kupalarında oynayabildiğim mutlu bir dönemimdeyim. Kümede kalmaya çalışan bir takımda olamam. Bu çok zor! Bence bu çok zor. Kupalar kazanmaktan çok farklı bir durum. Duygusal olarak çok zorlayıcı çünkü hayatları değiştiren bir olay. Bunu cesur insanlar yapabilir.” ifadelerini kullandı.

“PREMİER LİG’E MUTLAKA DÖNECEĞİM”

Premier Lig’e bir gün dönmek istediğini ancak bu sezon ve gelecek sezonda Fenerbahçe’nin başında olacağını aktaran Portekizli teknik adam, “İngiltere’de çok farklı pozisyonlarda bulunan 3 takımı çalıştırdım. İngiltere’de çalışmayı çok sevdim. Birçok şehirde yaşadığım için şanslıyım ama en çok Londra’da yaşayan ailem için. Londra benim evim. Premier Lig’e döneceğim. Mutlaka döneceğim. Ama şunu söylemeliyim bu sezon ve gelecek sezon Fenerbahçe’nin başındayım. Beni Fenerbahçe’den kimse alamaz.” dedi.

“İSTANBUL MUHTEŞEM BİR ŞEHİR”

İstanbul’da yaşamaktan ötürü mutlu olduğunu ifade eden Mourinho, “İstanbul muhteşem bir şehir. Avrupa’da yaşıyorum ve her gün Asya’ya geçiyorum. Antrenmandan sonra uyumak için Avrupa’ya dönüyorum. Londra’da Chelsea’nin antrenmanına gitmekten daha kolay İstanbul’da tesislere gitmek. Birkaç defa tesislerde kaldım. Bu normal bir şey. Arzumu ve açlığımı kaybedemem. Real Madrid’deyken Sir Alex’in Old Trafford’da beni davet ettiği zamanları hatırlıyorum. Birbirimize bakıp rahatlamaya çalışıyorduk ama rahatlayamıyorduk. United’a karşı oynamak bir zevkti. 10 yıldır başarı yok. Başkan muhteşem, taraftarlar iyi, oyuncular iyi, tarihi çok iyi ama 10 yıldır şampiyonluk yok. Bunun hakkında konuşmayacağım. Sadece Lille ve Galatasaray’a yenildik. Burada kazanan taraflar dünyanın en iyisi, kaybeden de dünyanın en kötü takımı gibi gözüküyor.” açıklamasını yaptı.

patronlardunyasi.com

Evren Balta: Amerikan seçimlerini kimin kazanması Türkiye için daha hayırlı olur?

Amerikan seçimlerine yalnızca bir hafta kala, kimin kazanacağı belirsizliğini koruyor. Seçimin sonucunu, kritik öneme sahip yedi eyaletin hangisine gideceği belirleyecek. Bu eyaletlerde şu an ne Kamala Harris ne de Donald Trump net bir üstünlük elde etmiş durumda. Ancak geçmiş seçim verileri incelendiğinde, özellikle kamuoyu yoklamalarının Demokrat aday için açık bir fark göstermediği durumlarda, Trump’ın kazanma olasılığının arttığı biliniyor.

Zira anketler Trump’ın gerçek destek oranını tahmin etmekte zorlanıyor. Bunun birkaç nedeni var. İlk olarak, Trump seçmenleri Trump’a olan desteğini açıkça ifade etmekten çekiniyorlar. “Utangaç Trump seçmeni” olarak adlandırılan grupların tercihlerini gizlemesi nedeni ile Trump’ın anketlerde destek oranı olduğundan düşük çıkabiliyor. Trump destekçilerinin yoğunlukla kırsal ve küçük bölgelerde yaşaması ve bu bölgelerin anketlerde daha az temsil edilmesi de yanılgıya neden oluyor. Katılım oranının tahmin edilememesi ve sürekli değişiklik göstermesi ise anketlerin yanılmasının bir başka nedeni. Son olarak, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, pek çok kararsız (olduğunu söyleyen) seçmen var ve bu seçmenlerin sandığa gittiklerinde nasıl davranacağını kestirmek zor.

Hülasa, gelecek hafta Amerika’yı bundan sonra kimin yöneteceğini bilmiyoruz. Peki kimin yönetmesini istiyoruz? Bu sorunun Türkiye’yi hangi coğrafyanın bir parçası olarak gördüğünüzle doğrudan ilgili. Türkiye’nin çıkarlarının hangi coğrafyanın çıkarları ile iç içe olduğunu düşündüğünüzle de…

Bir eşik devlet olarak Türkiye

Türkiye bir ‘eşik devlet’; Avrupa ile Orta Doğu arasındaki sınırında yer alan, her ikisinin de farklı yönlerini bünyesinde barındıran ancak hiçbirine tam olarak ait olmayan bir ülke. Bu arada olma durumu, Türkiye’nin her iki kimliği de üzerinde taşımasına ve siyasal önceliklerine bağlı olarak farklı dönemlerde farklı kimliklerini diğerinin önüne geçirebilmesine imkân tanıyan bir durum.

Benim büyüdüğüm Türkiye’de öne geçen, arzu edilen kimlik Batı kimliğiydi. Ancak yaşam sürem boyunca bu bakış açısı önemli ölçüde değişti; bugün Türkiye, Orta Doğu kimliği daha sık vurgulanan, Orta Doğu çatışmalarının tam ortasında konumlanan, bir Orta Doğu ülkesi (de).

Türkiye’nin bu ikili coğrafyası ve kimliği onu Avrupa ve Ortadoğu’da devam eden iki küresel çatışmanın, yani Ukrayna ve Gazze savaşlarının, ana aktörlerinden biri haline getiriyor. Bu iki savaşın gidişatını ise Amerikan seçimlerinin sonucu önemli ölçüde etkileyecek.

Bu anlamda, Türkiye seçmenleri, tıpkı Avrupa ve Orta Doğu ülke seçmenlerinin pek çoğu gibi, ABD başkan adaylarının dış politikalarının nasıl şekilleneceğinden doğrudan etkilenecekler. Ancak tıpkı Amerikan seçmenleri gibi herkes aynı şekilde etkilenmeyecek. Zira Amerika’nın içindeki kutuplaşmanın yansımaları küresel ölçekte de var.

Kendini Avrupa’ya yakın hisseden bir Türkiye, Trump’ın seçilmesinden kaygı duyabilirken, Orta Doğu’ya yakın hisseden bir Türkiye aynı kaygıyı taşımayabilir. Ya da belki bu iki kimlik arasındaki sınır artık o kadar belirgin değildir?

Avrupa’daki Türkiye

Kendini Avrupa coğrafyasında gören bir Türkiye, NATO ve transatlantik güvenliğe bağlı, çok taraflı bir Amerika’ya daha fazla ihtiyaç duyan bir Türkiye. Böyle bir Türkiye Trump’ın Rusya’ya karşı uzlaşmacı yaklaşımından endişe duyacaktır. Rusya’nın Ukrayna savaşından bir zafer hissi ile çıkmasını arzu etmeyecektir. Böylesi bir zaferin kendisini Karadeniz’de Rusya karşısında daha güçsüz hale getireceğini düşünecektir.

Üstelik Trump’ın kazanması, NATO’nun zayıflaması ve işlevselliğini yitirmesi anlamına da gelecektir. Bu durum ulusal savunmasının büyük bir bölümünü Avrupa güvenliğine ve NATO’ya dayandıran Türkiye’nin daha güvensiz hissetmesine de neden olabilir.

Kuşkusuz Trump’ın kazanması sadece dış politika yöneliminden de ibaret olmayacaktır. Olası bir Trump zaferi dünyada yükselen radikal sağın gündemiyle de uyumlu olarak, kültür savaşlarının güçlendiği ve kadınların temel haklarının kısıtlandığı bir döneme yol açacak; ABD’nin otoriterleşmesi ise dünya genelindeki demokratik mücadeleye zarar verecektir.

Demokratik normlara bağlı kalmak isteyen Türkiye’nin bir kesimi, Trump’ın olası bir zaferinin yaratacağı demokratik gerilemeden ciddi endişe duyacaktır. Bu zafer, demokratik aktörlerin mevcut mücadelelerini daha da zorlaştıracak ve onları daha sert baskılarla karşı karşıya bırakacaktır. Kısacası kendini Avrupa’da gören bir Türkiye’nin olası bir Trump zaferi ile “depresyona” girmesi kaçınılmaz.

Ortadoğu’daki Türkiye

Ancak kendini Avrupa’da gören Türkiye’nin aksine, Orta Doğu’da gören Türkiye’nin, Trump zaferi nedeniyle ciddi bir moral bozukluğu yaşayabileceğini söyleyebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı pek çok nedenden dolayı “hayır” olacaktır.

Her şeyden önce İsrail’in Gazze’deki savaşının Biden yönetimi tarafından desteklendiği, hatta mümkün hale getirildiği yönündeki ortak düşünce bu soruya “hayır” yanıtı verilmesi olasılığını güçlendiriyor. Zira Biden hükümeti bir yandan Netanyahu hükümetini sınırlamaya çalıştığını söylerken, bir diğer yandan Netanyahu hükümetinin cebini bugüne kadar görülmemiş bir askeri yardımla doldurup, sırtını sıvazladı.

Bir türlü kendisi ile Biden arasına mesafe koyamayan ve İsrail konusunda net bir tutum takınamayan Harris yönetiminin Biden’ın Gazze’deki politikalarını sürdürmesi de muhtemel. Dünyanın hangi coğrafyasından bakarsanız bakın Harris Netanyahu’ya karşı sözünü geçiremeyecek zayıf bir izlenim veriyor. Ancak bu izlenim (ve olasılık) Ortadoğu coğrafyasından bakanlar için çok daha büyük bir problem.

Öte yandan, Trump yönetimi elbette Filistin yanlısı değil. Ancak İbrahim Anlaşmalarına aracılık eden ve Orta Doğu’nun otoriter rejimleri ile işlevsel ilişkiler sürdüren Trump bu rejimlerin pek çoğu için bir kâbus da değil.

Değil çünkü Ortadoğu coğrafyasında Trump güçlü bir lider olarak görülüyor. Öngörülemezliği, öngörülemezliğin sıklıkla güç anlamına geldiği bir bölgede gücünün ana unsuru. Üstelik maskülen tarzı ve kişisel diplomasiye verdiği önem otoriter liderlerde ciddi bir yankı buluyor. İkincisi, Trump hem müzakere edilebilir hem de Netanyahu hükümeti üzerinde nüfuz kullanabilecek biri olarak görülüyor. Biden/Harris yönetimin aksine, gerektiğinde İsrail’e karşı sınır koyabileceği ve İsrail’in bu sınıra uyma ihtimalinin daha yüksek olduğu düşünülüyor.  Üçüncüsü, İran’a yönelik şahin politikaları (nükleer anlaşmadan çekilme, sert yaptırımlar uygulama vs) özellikle Körfez ülkelerinin bölgesel öncelikleriyle uyumlu.

Demokrasi ve çok taraflılığın en önemli endişeler olmadığı, bunun yerine kişisel bağlar, ikili çıkarlar ve pragmatik ittifakların ön planda olduğu bir bölgede olası bir Trump zaferinin depresyona yol açmayacağını söyleyebiliriz. Ancak hiç kimse de kendi kaderini artık Amerika’nın iç politikasına bağlamak istemiyor ve kim gelirse gelsin ilişkilerini devam ettirmek istiyor.

Yazının tamamı burada.

Schengen Vizesine “Schengen” Dediğimizi Öğrenince Aydınlanma Yaşayacaksınız!

Pek çok ülkeye seyahat etme imkânı sağlayan bu vize türü, aslında ismini çok uzun yıllar önce almış.

Kısa süreli seyahatler için verilen Schengen vizesinin adı, bakın nereden geliyormuş!

Schengen vizesi ile Avrupa Birliği ve Avrupa Serbest Ticaret Birliği üyesi ülkelerinde özgürce dolaşma imkânı buluyoruz.

Schengen’in ismi, Avrupa’daki sınır kontrollerinin tarihsel gelişiminden geliyor. Biraz geçmişine inecek olursak I. Dünya Savaşı’na değinmemiz gerekecek. Savaşın ardından başlayan pasaport kontrolleri, Avrupa’da bir norm hâline gelmişti.

Ancak Belçika, Hollanda ve Lüksemburg gibi Benelüks ülkeleri, 1944’te kendi aralarında bir anlaşma yaparak sınır kontrollerini kaldırmaya karar verdiler. Zamanla bu durum, çeşitli anlaşmazlıklara da yol açtı.

1985’te Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve Batı Almanya, Schengen kasabasının yakınlarındaki yeni bir anlaşma imzalamıştı.

Bu anlaşma, ülkeler arasındaki sınır kontrollerinin tamamen kaldırılmasını hedefliyordu. 1990’da ise bu sürecin resmiyete dökülmesiyle Schengen Sözleşmesi imzalandı ve “Schengen Bölgesi” tanımı ortaya çıktı. Bugün, Hırvatistan ile Schengen Bölgesi’nde toplam 27 ülke yer alıyor.

Schengen vizesi, bu bölgedeki ülkelere seyahat etmek isteyen gezginler için serbest dolaşım hakkı tanıyan bir belge. Tek bir vize ile birçok ülkeyi ziyaret etme fırsatı sunan Schengen, Avrupa’nın kültürel zenginliklerini, tarihi mekanlarını ve doğal güzelliklerini keşfetmek isteyenler için büyük bir avantaj sağlıyor.

Kaynaklar: Axa, Consilium

AB’den Eyüp Sabri Tuncer’in 2022 öncesi ürünlerine toplatma kararı

Avrupa Birliği’nin yürütme organı Avrupa Komisyonu’nun resmi internet sitesinde, asırlık kolonya markası Eyüp Sabri Tuncer’in Mart 2022’den önce üretilen ürünleri için toplatma kararı verildiği duyuruldu.

Avrupa Komisyonu sitesinde yer alan bilgilere göre kararın dayanağı şirketin “2-(4-tert-butylbenzyl) propionaldehyde (BMHCA)” isimli yasaklı maddeyi kullanması.

KARARIN GEREKÇESİ: SAĞLIĞA ZARARLARI

Kararda söz konusu maddenin üreme sisteminde hasar yarattığı, özellikle hamile kadınlara büyük zararları olduğu kaydedildi. Cilt hassasiyeti de yaratan ürünün kozmetik yönetmeliğine uygun olmadığı vurgulandı. Uyarının Mart 2022’den önce üretilen ürünler için olduğu belirtildi.

Avrupa Komisyonu’nun resmi sitesindeki listede şirketin şu ürünleri yer aldı:

Bodrum Mandalinasi (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Combative for Men (250 ml)

Dogal Zeytinyagli Dus Jeli (600 ml)

Dogal Zeytinyagli Sivi Sabun (750 ml)

El ve Vücut Losyonu Almond (300 ml)

Empress (50 ml)

Gardenya (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Hatiralar (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Klasik Limon (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Love Kisses (50 ml, 250 ml)

Okyanus (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Peaceful for Men (250 ml)

Pure Love (50 ml, 250 ml)

Tras Kolonyasi No 2 (250 ml)

Tütün (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml)

Warm Sugar (50 ml, 250 ml)

Wild Beauty (50 ml, 250 ml)

Yasemin (1 l / 400 ml / 200 ml / 150 ml).

ŞİRKETİN YÖNETİM KURULU BAŞKANINDAN AÇIKLAMA: ORADAKİ ÜRÜNLER 2022 ÖNCESİ ÜRETİLENLER

Eyüp Sabri Tuncer Yönetim Kurulu Başkanı Engin Tuncer ise AB’de alınan karara ilişkin HalkTV’ye açıklamada bulundu.

Engin Tuncer, “Bu eski bir ürün ve yasaklanması olayı da şöyle; 2022 Mart ayından sonra üretilen ürünlerde bunun kullanılmaması gerekiyordu. Oradaki ürünler zaten eski ürünler. Birkaç tane ürünün üzerinden yürütülen bir şey bu. Avrupa Birliği’nin yapmış olduğu yayında bizim zaten 2022’den önce yapmış olduğumuz ürünlerin resimleri oldu. Bizim logolarımız dört yıl önce logolarımız değildi. Orada resimlerde görecek olursanız, dikdörtgen logolu ürünler. Dolayısıyla bu 2022 öncesinde kesinlikle üretilmiş ürünler” dedi.

patronlardunyasi.com